Haberler

  • 11 Temmuz 2011

Rektör Prof. Dr. İlyas Dökmetaş Yeniülke Gazetesine KKKA İle İlgili Geniş Çaplı Bilgi Verdi

Rektör Prof. Dökmetaş Yeniülke Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Kemal Çağlayan’a ve SRT kameralarına Kırım Kongo Kanamalı Ateşi hastalığı ile ilgili geniş açıklamalarda bulundu. 07.07.2011 tarihinde Rektörlük makamında yapılan röportajda Rektör Prof. Dökmetaş Kırım Kongo Kanamalı Hastalığının tarihi, hastalığın yayılması, belirtileri, kene çeşitleri ve tedavi yöntemlerinden bahsetti.

Rektör Prof. Dökmetaş, Kelkit Vadisinin kenelerin oluşmasında önemli bir ortam olduğunu söyledi. Küresel ısınma ve bölgesel değişikliklerin KKKA’yı büyüttüğünü belirten Rektör Prof. Dökmetaş, “2002-2011 yılları arasında 1333 hasta KKKA ile ilgili hastanede tedavi altına alınmış olup bunlardan yetmiş altısı hastalığın son evresinde olduğu için öldü. KKKA sadece Kelkit Vadisinin değil tüm Türkiye’nin hastalığıdır” dedi.

850 farklı kene var

Bu sayının sadece otuzunun KKKA bulaştırıcısı olduğunu ifade eden Rektör Dökmetaş, “KKKA hastalığında Sivas Türkiye’nin en büyük merkezi. Sivas’ta kesinlikle hastalık yok. Hastane ölümleriyle ilgili olarak sanki Sivas’ta hasta var ve hayatını kaybetmiş gibi bir intiba yaratılıyor. Çevre illerden ve ilçelerden gelen hastaların durumlarıyla ilgili açıklamalar buradan yapıldığı için Sivas gündeme getiriliyor. Hastanemize gelen hastaların 40’ı Tokat’tan, 26’sı Yozgat’tan, 3’ü Amasya’dan, 1’i Çorum’dan ve 1’i de Ordu’dan gelen hastalar. 39 hasta ise Kelkit Vadisi ve Tokat’a yakın olan yörelerden gelenler. Şu an 125 hastanın tedavisi sürüyor. 112 hastanın KKKA olduğu belirlendi, 13 hastayla ilgili çalışmalar sürüyor” dedi.

Kırım Kongo Hastalığı 1950΄li Yıllarda Ortaya Çıktı


Rektör Prof. Dökmetaş, “Tarihte insanlar var olduğu sürece mikroorganizmalar, canlılar, insanlarla ilişki içerisinde bulunan küçük yaratıklar hep bir denge unsuru olarak bulunuyor. Faydalı mikroorganizmalar var, insanın sağlığı, yaşamı için faydası olan mikroorganizmalar var. İnsanlık için sıkıntı oluşturan, zararlı olan mikroorganizmalar var. Bazı mikroorganizmalar da faydalı durumda iken, herhangi bir zararı yokken, olmaması gereken bir yere geçtiğinde zararlı hâle gelebiliyor. Bazen biz kendi ellerimizle mikroorganizmaları zararlı hâle getirebiliyoruz. Kırım Kongo hastalığı 1950΄li yıllarda ortaya çıkmaya başladı. 2. Dünya Savaşından hemen sonra Kırımda tarım alanlarının hizmete açılması sırasında askerler o bölgede çalışırken kenelerden askerlere geçen bu hastalık insanların ölümleriyle sonuçlandı ve buna Kırım Hastalığı denildi. Bundan 10 yıl sonra Kongo’da Zahire΄de buna benzer bir hastalık görüldü, ona da Kongo Hastalığı denildi. Bu iki hastalığın aynı mikroorganizmayla özellikte olduğu daha sonra fark edildi. Bunun üzerine Kırım Kongo Kanamalı Ateşi adı verildi. Çünkü kanamalarla seyreden, ateşle birlikte olan bir hastalık bu hastalık ve başlangıçta bu hastalık ortaya çıktığında % 50΄lerde 60΄larda ölüm oranlarıyla kendisini gösterdi” dedi

Ulusal ve uluslararası kongrelerde hastalığın enine boyuna tartışıldığını belirten Rektör Prof. Dökmetaş “Sonunda şuna karar verdik, bizim hastalığımız Türkiye’nin hastalığı, Türkiye’de de görülüyor, önceden yoktu. Biz buna karşı önlemleri almalıyız, halkın bilinçlendirilmesi gerekiyor” dedi.

 

 

Kırsal Alanlara Giderken Dikkatli Davranın

 Vatandaşların ormanlık alanlara giderken pantolon paçalarınızı çorapların içine geçirmelerini öneren Rektör Prof. Dökmetaş, “Keneler hareket edebiliyor ve o bölgeden vücuda girebiliyor, piknik alanına gittikten sonra akşam evinize geldiğinizde vücudunuzu kene açısından kontrol edin, piknik alanlarında her tarafta oynamayın, koşmayın, yerlerde yatmayın, sürünmeyin, belirli alanlarla çalışın ama yaşantınızı da sürdürün çünkü panik en tehlikeli şey” dedi.


Kırım Kongo Kanamalı Ateşi ile ilgili olarak bilgi kirliliği olduğunu belirten Rektör Prof. Dökmetaş, “Bakıyoruz İstanbul’da bir belediye başkanlığı ilçelerden birisinde ormanlık alanları ilaçlamaya başladı. Bizim ilimizde de oldu, bir kamu kuruluşu kendi lojmanlarının bulunduğu alanı ilaçlamaya başladı ve bu gündeme de düşüyordu, basın-yayın organlarında da görüyorduk. Bunlar doğru mu diye bize sorduklarında, biz bunları tasvip etmediğimizi bildirdik, çünkü yapılan her işin bir geri dönüşü olduğunu, kenelerle mücadele ederken diğer canlıların da yok edildiğini, gereksiz yere ilaç kullandığımızda bunun tekrar bize döndüğünü ve toplum sağlığı açısından zararlı olduğunu söyledik ve bunların tek elden yönetilmesi gerektiğini belirttik. Bu konuda Sağlık müdürlükleri öncü rol oynadılar, il tarım müdürlükleri öncü rol oynadılar ve onlarda kendi ekiplerini bilgilendirdiler” şeklinde konuştu.


Vaka Sayısı Arttı


Hastalığın bir süre tavan yaptığını daha sonra durakladığını ve sonra da yine arttığını da kaydeden Rektör Prof. Dökmetaş, “Sivas’ta ilk yıl bizim 75 civarında vakamız vardı, bunların içerisinden 5 tanesini kaybetmiştik. Daha sonraki yıllarda vaka sayıları Türkiye’de de Sivas’ta da arttı. Bütün enfeksiyonlarda, salgınlarda böyledir. Başlangıç dönemi vardır, bu dönemden sonra hastalıkta yavaş yavaş artma görülür, zirveye çıkar, değişik önlemler alınır, korunma önlemleri alınır, varsa ilaçları, aşıları uygulanır, halk bilinçlendirilir, mücadele edilir o hastalıkla, sonra yavaş yavaş düşme başlar. Sivas’ta 2002-2011 yılları arasında 9 yıllık süre içerisinde toplam 1333 tane vakamız olmuş. Bunlardan 76 tanesi ölmüş. Ortalama ölüm oranı % 7 civarında. 10 yıl içerisinde trafikten olan ölümleri düşünün, ishalden olan ölümleri düşünün, zatürreden olan ölümleri düşünün, bunların onlarca katı. Ama KKKA gündemde hep ön planda geliyor, kene ısırdı, tedavisi yapılamadı, ilacı yoktu öldü ve de az olan, nadir görülen hastalıklar hep gündeme taşınıyor. Basın-yayın organları da zaman zaman bunu reyting adına, zaman zaman da habercilik adına sunmak istiyorlar. Türkiye’de bu yıllar içinde toplam 5907 tane hastamız olmuş, 298 tanesi vefat etmiş. %5 civarında bir ölüm söz konusu. Bu sene hastanemizde dün itibariyle toplam 125 tane hastamız var, bunlardan 112 tanesi doğrulandı, kesin hastalık, 13 tanesi doğrulanmadı çünkü benzer hastalıklar oluyor, bazen karışabiliyor, ateşi olan kanamalı olan her hastayı KKKA sanıyoruz. Bunların doğrulama testleri var kesin bilgileri öyle alıyoruz. Kaybettiğimiz hasta sayısı 8. Yani %7΄ye yakın bir oran. Kaybettiğimiz hastaların 5 tanesi Tokatlı, 1 tanesi Çorumlu, 1 tanesi Giresunlu, 1 tanesi ise Zara ilçesinden geldi. Sivas’tan olan bir tanesi hastamız var. Yani hastaların büyük bir kısmı Tokat’tan. Toplam 125 hastanın dağılımına baktığımızda ise, 40΄ı Tokat’tan, 39΄u Sivas’tan yani Sivas’la Tokat’taki hastalık sayısı birbirine eşit gibi. Tokat’taki hastaların ölüm oranlarının Sivas’tan yüksek olmasının sebebi ise büyük ihtimalle Tokat’ta daha fazla vaka sayısı var, fakat hafif vakalar orada tedavi edilirken ağır vakaları bize gönderiyorlar. Bu nedenle ölüm oranları daha yüksek. Kalan hastaların 26 tanesi Yozgat’tan, 15 tane Giresun’dan, 3 tane Amasya’dan, 1 tane Çorum’dan 1 tane de Ordu’dan hastamız var. Yani bunlar çevremizdeki illerden gelen hastalar.

Ulusal ve uluslararası kongrelerde de bu hastalığın Kelkit Vadisi hastalığı olarak da ifade edildiğini de dile getiren Rektör Prof. Dökmetaş “ KKKA Kelkit Vadisi hastalığı olarak da bilinmektedir. Tokat hastalığı değil, Sivas hastalığı değil bu bir bölgenin hastalığı. Neden Kelkit Vadisi? Bununla ilgili zaman zaman basında değişik ifadeler yer alıyor. Bu hastalığın bulaştırılmasındaki rol alan keneler hiyalova türü keneler. Yeryüzünde 850΄nin üzerinde kene çeşidi var, bunların içinden 30 kadarı KKKA΄ya sebep oluyor. Her kene bu hastalığı bulaştırmıyor. Her kene ısırması KKKA olacaktır diye bir kural yok ama kenelerle bulaşan onlarca da hastalık var. KKKA olmaz ama başka bir hastalık olabilir. Başka enfeksiyon hastalığı olabilir. Bu nedenle her kene tutulmasında, kene sokmasında mutlaka hastaneye gelinmesi, hastanede kenelerin uygun bir şekilde çıkarılması, enfeksiyon hastalıkları kliniklerince hastanın görülmesi ve takip edilmesi gerekiyor. Kene tutulması sonrası ortalama 3 gün içerisinde hastalık bulguları ortaya çıkıyor. Mikroorganizmanın vücuda girmesi, çoğalması ve hastalığın belirtilerinin ortaya çıkması 3-5 günü buluyor. Ama en uzun süre 13 gün. Örneğin bir yakınımızın kene tutunmuştu, ne zaman 15 gün önce, bunda hastalık ortaya çıkar mı? KKKA ile ilgili bir hastalık çıkmaz çünkü o dönemi atlatmış oluyor.


Hastaları Gözlemliyoruz

Rektör Prof. Dökmetaş “Hastanemize başvuran hastalarımıza da ilaç tedavisi yapmıyoruz, kan değerlerini takip ediyoruz, beslenmesine takviyeler yapıyoruz. Hastaların ölümlerinin en önemli sebebi kanın şekilli elemanlarından kanamayı engelleyen, pıhtılaşmayı sağlayan ve vücuttaki oksijenin taşınmasında rol oynayan kırmızı küre sayısının düşmesi ve trombosit dediğimiz kanın şekilli elemanlarının sayısının düşmesidir. Bu ikisinde düşme olunca kişinin vücudunda kanamalar oluyor, damar içinden yırtılmalar oluyor oradan vücudun değişik yerlerine kanamalar geçebiliyor. Eksik olan değerleri yerine koyuyoruz. Hastaya kan veriyoruz veya kanın ürünlerini veriyoruz. Plazma, trombosit ve eritrosit dediğimiz ürünleri veriyoruz. Kanın şekilli elemanlarını hastaya veriyoruz. Hastanın ihtiyacı olan kan elemanlarını hastane ortamında takviye yapıyoruz ve bu hastaları gözlemliyoruz.
Dünyada yapılan değişik çalışmalar var, farklı ilaçlar denenmiş interferonlar kullanılmış, antiviral ilaçlar verilmiş, ağızdan alınan haplar falan var. Bunlarla ilgili % 100 başarılı diye bir rapor halen çıkmadı. Faydalıdır konusunda raporlar var. Biz de hastalarımızın bazılarında bu ilaçları uyguluyoruz, bazılarında uygulamıyoruz. Çünkü faydalı olmadığını belirten raporlar da var. Dünya Sağlık Örgütü de, Hasta Kontrol Merkezi de, Sağlık Bakanlığı da mutlaka şu tedaviyi vereceksin diye bir ölçüt koymadı.

Riskli Hastalar Alıyoruz


Rektör Prof. Dökmetaş, Sivas’ın KKKA’da önemli bir merkez olduğunu da belirterek “Riski yüksek olan hastalar hastanemize geliyor. Sivas Türkiye’nin değil, dünyanın en büyük merkezi bu tedavi açısından. Pakistan’da, İran’da, Rusya’da ölüm oranları % 50-60 gibi oranlarda iken bizim ülkemizde bu oranın %5΄e düşmüş olması bizim Sağlık Bakanlığımızın almış olduğu önlemler ve hekimlerimizin bu konudaki başarılı çalışmalarının sonucudur. Gerçekten hastayı yakından takip ediyoruz, tedavi edilmeyen hastalarda ölüm oranı çok yüksek, gerçekten hastayı yakından takip ediyoruz, tedavi edilmeyen hastalarda ölüm oranı çok yüksek, uygun tedavilerle biz ölüm oranının düşürmeye çalışıyoruz. Tokat’taki hastaların, Çorum’daki hastaların, ağır olguların bize veya bir kısmının da Ankara’ya gitmesinin gerekçesi şu oradaki hastanelerin bu hastaların tedavisini yapabilecek genişlikte hastaneleri yok. Zaman içerisinde o illerde olan üniversite hastanelerinin gelişmesi, kliniklerin tam oturması sonucu o hastalar daha bize gelmeyecek. Sivas’a sadece Sivas hastası gelecek, ama şu aşamada Sivas bir bölge hastanesi, bir merkez. Türkiye’nin en büyük merkezi, tecrübesiyle de, tedavisi yönünden de. Bu nedenle bu tür hastaların bize gelmesini biz teşvik ediyoruz. Bu riskli hastaların tedavisinden Cumhuriyet Üniversitesinin bir merkez olması bizim için başarı ve buradan da biz ürettiğimiz bilgileri, belgeleri ve hastalıkla ilgili tüm bulguları dünyaya, tüm hekimlere sunuyoruz. Burada KKKA ile uygun olmayan tedavi yolları, tavuk itlafları ve bunlarla ilişki var mı diye sorarsak, hastalık 1995΄li 2000΄li yıllarda ortaya çıktı. İlk olgularımız 2002. Kuş gribiyle ilgili yapılan tavuk itlafları bizim bölgemizde olmadı Yalova ve çevresinde oldu. Marmara Bölgesiyle İç Anadolu’nun batısı arasında kalan alanda tavuk itlafları oldu. Tavuk ölümleriyle bunun hiçbir ilgisi yok. Halk arasında zaman zaman bu söyleniyor. Biz bu ilişkiyi bulamıyoruz. Çünkü KKKA’nın olduğu alanlar dağlık alanlar. Dağlık alanlarda tavuk itlafı yapılmadı. Çiftliklerde bu itlaf yapıldı. Bıldırcın, güvercin, vb kuşların azlığı veya çokluğu hakkında elimizde bir veri yok. Dağlık alanlardaki insanların çeşitli nedenlerle büyükşehirlere göç etmiş olması, o bölgede yaşamın azalması vahşi hayvanların o bölgelerde çoğalmasına vesile oluyor. Kırım bölgesinden virüsün bizim ülkemize taşınması, kuşlar yoluyla olmuş olabilir. Kelkit vadisi de bu kenelerin oluşması için uygun bir ortam olmuş olabilir.

Terörle İlgisi Yok

Kırım Kongo Kanamalı Ateşi ile ilgili olarak zaman zaman terör örgütleriyle, zaman zaman biyoterörizmle ilişkilendiren yazılar basında gündeme geldiğini de kaydeden Rektör Prof. Dökmetaş “ Bu konuda da bizim elimizde bir veri yok. Böyle olmadığı düşüncesindeyiz ama % 100 bu konuda hayır diye de bir cevap veremem. Ama biyoterörizmi uygulayan ülkeler veya bundan fayda sağlayan ülkeler toplumun çok yoğun olduğu, turizmin çok canlı olduğu, insanların çok fazla yerleştiği bölgeleri tercih edebilirler. Bu nedenle Kelkit Vadisi’nde böyle bir şeyin olması bence küresel ısınma faktörü, bölgesel değişiklikler, barajların etkisi, dağlık alanlardaki insanların ekonomik nedenlerle göç etmeleri, o bölgelerdeki insan sayısının azalması, doğada dengenin değişmesi gibi faktörler kenenin o bölgede çoğalmasına ve hastalığa neden olmuştur” diyerek sözlerini bitirdi.



 

11

Temmuz

2011

Haberler